Tarih: 13.10.2025 16:25

HÜDA PAR Genel Başkan Vekili Yılmaz: Çifte vatandaşlık yasa teklifi neden beklemede?

Facebook Twitter Linked-in

HÜDA PAR Genel Başkan Vekili Dr. Halef Yılmaz, İLKHA'ya yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye vatandaşı olup da çifte vatandaşlık statüsüne sahip siyonistlerin, işgal topraklarına giderek Filistinli Müslümanlara karşı gerçekleştirilen soykırıma katıldıkları tespit edilenlerin vatandaşlıktan çıkarılması için partisinin Meclis'e verdiği kanun teklifinin akıbetini sordu.

HÜDA PAR, Aralık 2023'te Gazze'deki soykırıma bizzat katılan, işgal rejimi saflarında yer alarak Filistinlileri katleden hem israil hem de Türkiye vatandaşlığı sıfatı taşıyan "çifte vatandaşlar" meselesini Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşımıştı.

HÜDA PAR, söz konusu kişilerin derhal ülkeye geri çağrılması, gelmeyenlerin mal varlıklarına el konulması, vatandaşlıktan çıkarılması, gelenlerin ise yargılanarak suçu sabit olanların aynı cezalara çarptırılması yönünde bir kanun teklifi vermişti.

Tüm itirazlara ve dirençlere rağmen teklif, Haziran 2024'te yapılan oylamada Genel Kurul'da görüşülmesi kabul edilerek önemli bir eşik aşılmıştı. Ancak o günden bu yana, teklif sıraya alınmadı ve gündeme getirilmedi.

"Çifte vatandaşlık yasa teklifi neden beklemede?" sorusunu sorarak açıklamasına başlayan Yılmaz, partisinin hazırladığı yasa teklifinden sonra verilen tekliflerin Meclis gündemine gelmesine rağmen kendi tekliflerinin sürekli ötelendiğini belirtti.

Partisinin verdiği yasa teklifinin 16 aydır ötelenmesinin kafa karışıklığına yol açtığına işaret eden Yılmaz, "Bu sessizlik, doğal olarak şu soruyu akla getiriyor: Siyasi irade eksikliği mi var, yoksa korkulan başka bir şey mi? Teklifin karara bağlanması için Meclis'te grubu bulunan bir partinin teklifi Genel Kurul gündemine çekmesi gerekiyor." dedi.

Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu meselede Meclis'in ortak bir irade göstermesi elbette önemli, ancak görünen o ki kolay olmayacak. Teklifi sahiplenmek isteyen partiler var ama iktidar partisinin desteği olmadan bu teklifin yasalaşması pek mümkün görünmüyor. Onların desteği de ancak güçlü bir toplumsal talep ve baskı oluşursa mümkün olabilir. Bu mesele, ülkedeki yöneticileri ya da bir başka kimseyi hedef alma meselesi değil, siyonist katilleri ve işbirlikçilerini zora sokma ve yaptırım uygulama meselesidir.

Şimdiye kadar bu konuda 'böyle kimseler yok' veya 'birkaç kişi olabilir' denilerek teklifin önüne set çekildi. Ancak gerçekler bununla sınırlı değil. El-Cezire Arabi'nin haberine göre yaklaşık 10 bin civarında Türkiye vatandaşlığına sahip yahudinin Gazze'de savaştığı, hatta demir kubbe sistemini yöneten askeri yetkililerden birinin de Türkiye vatandaşı olduğu belirtilmişti. Türkiye Gazetesi de manşetinden 4 bin çifte vatandaşın Gazze'de israil saflarında bulunduğunu yazmıştı.

Bu iddiaların yanı sıra, zaman zaman bazı isimlerin de açıkça siyonist tavırları sergilediğini görüyoruz. Örneğin, Azra Kohen isimli bir 'akademisyen', Gazze'de yaşanan soykırımı destekleyen ve Gazzelileri suçlayan açıklamalarıyla kamuoyunun önüne çıktı. Üstelik ülkemizdeki siyonist varlığın ve bu çevrelere sağlanan imtiyazların varlığını da adeta itiraf etti. Yine Mustafa Efe Ünsal kendi sosyal medya hesaplarından çifte vatandaş olduğuna dair videolar ve beyanlar yayımladı.

Soyadı Kanunu'nun çıkarılma sebeplerinden biri olarak da bazı yahudilerin kimliklerini gizleyip ülkede her türlü konuma ve imtiyaza ulaşabilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapıldığı iddiası uzun süredir konuşuluyor. Tarihî belgelerde ve dönemin uygulamalarında bu konuda dikkat çeken detaylar mevcut.

Yani mesele yalnızca birkaç kişiden ibaret değil. Türkiye'nin böyle bir düzenleme yapması, siyonist yapılanmalara karşı atılabilecek ciddi ve caydırıcı bir adım olacaktır. Filistin'i işgal eden siyonistlerin neredeyse tamamı başka ülkelerin de vatandaşı. Çünkü biliyorlar ki işledikleri zulüm bir gün onları da vuracak. Kendi kaynaklarında bile 'yeryüzünde ikinci kez büyük bir fitne çıkaracakları ve ardından büyük bir temizlik harekâtıyla karşılaşacakları' açıkça yazılıdır. (Bu konuda Abdulaziz Rantisi'nin Hatıralar kitabına bakılabilir.)

Bu yüzden çifte vatandaşlık onlar için sadece bir güvenlik değil, bir kaçış planıdır. Aynı zamanda bu vatandaşlıklar üzerinden, bulundukları ülkelerde ekonomi, ordu, bürokrasi, akademi ve medyada etkili pozisyonlara sızarak oluşturdukları lobilerle israil lehine güçlü propaganda ağları kuruyorlar. 28 Şubat sürecinde bu ülkede yaşananlar, o siyonist kuşatmanın askeriyeden medyaya kadar nasıl bir etki kurduğunu hepimize göstermişti. Ve bugün de bu etkinin tamamen ortadan kalkmadığını söylemek mümkün.

7 Ekim'den bu yana yaşananlar zaten her şeyi açıkça ortaya koydu. Bu noktada Türkiye'nin atacağı her adım, sadece siyasi değil; insani, vicdani ve aynı zamanda İslami bir sorumluluk olarak da görülmeli. Böyle bir karar, diğer ülkelere de cesaret verecek ve kendi toplumlarında benzer yapılanmalara karşı bir farkındalık oluşturacaktır.

Şu anda bu konuda toplumsal bir talep oluşturmak, siyasileri cesaretlendirmekten başka çare yok. Bunun için bir imza kampanyası başlatıldı. Bu kampanya, Gazze'ye vefa göstermenin ve katillere tepki vermenin küçük ama anlamlı bir adımı olarak görülüyor.

Unutmamak gerekir ki, israil casusu Eli Cohen 1961'de Suriye parlamentosuna kadar sızmış, Savunma Bakan Yardımcılığı görevine kadar yükselmişti. MOSSAD adına çalışırken israile düşman görünmek için israil aleyhine sert konuşmalar yapıyordu. Yanı başımızdaki bir ülkede bile böyle bir sızma yaşanmışken, bizim ülkemizde benzer yapıların olmadığını kim iddia edebilir? Eli Cohen 1965'te Şam'da idam edildi, görüntüleri hâlâ arşivlerde duruyor. O olaydan sonra devletler, içlerine nasıl sızıldığını sorgulamaya başladı. Bizim de sormamız gereken soru şu: Bu ülkede benzer casuslar, siyonist bağlantılı yapılar, hangi konumlarda ve ne kadar etkin?

Bu tartışmanın kökleri elbette yeni değil. 2 Ocak 1935 tarihli Soyadı Kanunu'nun 3. maddesi açıkça Ermenice (-ian, -yan), Slavca (-of, -ov, -viç, -iç) ve Rumca (-is, -dis, -pulos, -aki) eklerin kullanılmasını yasakladı. Ancak o dönemde 200 bin yahudi ve 800 bin Ermeni'nin Müslüman kimlikleriyle, Türkçe soyadları alarak önemli pozisyonlara yerleştirildikleri de tarihî kayıtlarda yer alıyor.

Bugün bu bilgileri birleştirince tablo daha net görünüyor. Bu mesele bir öfke değil, bir farkındalık meselesidir. Ülkesi dışında mazlumları katleden, içeride de siyonist ajandalara hizmet eden kimselere karşı durmak meselesidir.

Bu yüzden artık söz, milletin ve Meclis'in." (İLKHA)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —