9411,13%0,46
34,56% 0,25
36,04% -0,51
3000,45% 1,31
5010,37% 1,12
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, bazı çevrelerin katledilen Narin Güran üzerinden hem devleti hem İslam'ı hem de dindarları hedef aldığını söyledi.
Diyarbakır Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Mahallesi'nde kaybolduktan 19 gün sonra derede cesedi bulunan 8 yaşındaki Narin Güran olayı Türkiye gündeminde geniş yer buldu.
Yaşanan olay üzerinden katil zanlısı olarak tutuklanan Narin'in amcası Salim Güran hakkında yurt dışından yayın yapan 'haber israil' isimli bir hesaptan yapılan 'Kızın amcası hem muhtar hem Kur'an Kursu hocası hem de HÜDA PAR üyesi… Yayın yasağı bu yüzden' şeklindeki paylaşımın ardından bazı kesimler ciddi anlamda HÜDA PAR'a yönelik dezenformasyon içerikli paylaşımlar yapmaya başladı.
Gündeme dair İLKHA muhabirine konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Narin Güran olayı üzerinden partilerine yönelik yapılan saldırılar, yeni anayasa ve mezuniyet töreninde kılıç çekerek, 'Mustafa Kemal'in Askerleriyiz' diyen teğmenlerle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
"İnsanların Kur'an'dan, camiden uzaklaşması için her bir vesileyi kullanıyorlar"
Narin Güran olayı sonrasında, İslami değerlerin ve HÜDA PAR'ın hedef alınmasına ilişkin açıklamalarda bulunan Yapıcıoğlu, "Bu tipler, 'imamın keçisi çalınsa imam keçi çaldı' diye haber yapacak olan kesimlerdir. İslam'a ait ne varsa, dine ait ne varsa, özellikle İslam dinine ait ne varsa bazen açıktan bazen üstü örtülü bir şekilde sürekli düşmanlık yapan tipler. Bunların ideolojilerine göre din afyondur. Kendi ideolojilerini topluma yaymak ya da birilerine dayatmak konusunda dini, özellikle İslam dinini kendi önlerinde bir engel olarak görüyorlar. Dolayısıyla bu engelin bertaraf edilmesi için insanların dini duygularının zayıflatılması, insanların İslam'dan, onun öğretilerinden, itikadından, amellerinden, ibadetlerinden uzaklaşması; insanların Kur'an'dan, camiden uzaklaşması için her bir vesileyi kullanıyorlar. En son 8 yaşındaki Narin kızımızın, o masum yavrunun başına gelen bu vahşet, başına gelen bu korkunç olayda Kur'an kursundan çıkmasından bir süre sonra gerçekleşmiş olmasıyla sanki bu olay Kur'an kursuyla bağlantılıymış gibi bir yaygara kopardılar. Bu fırsatı da kullanmak istediler." dedi.
"Propaganda ustalıkla yapıldı ama ellerinde patladı"
Yapıcıoğlu, "Dikkat ederseniz o olaydan hemen sonra sosyal medya üzerinden yürüttükleri dezenformasyon, kara propaganda çalışmalarında öncelikle şu üç hususu vurguladılar. Ki bunlar 'haber israil' isimli bir X hesabından yayılan bir propaganda. Üç hususta ortaklaştılar. Birincisi muhtar; Evet gerçekten gözaltına alınan ve olayla bağlantısı olduğu iddiasıyla tutuklanan kişi muhtardı ama muhtarlığıyla birlikte iki şey daha söylediler. Bu kişi hem muhtar aynı zamanda hem Kur'an Kursu hocası hem de HÜDA PAR'lı dediler. Muhtar bir anlamda devleti temsil ediyor. Özellikle komünist çevrelerin devletsiz ve ailesiz bir toplum hedefledikleri, hayal ettikleri böyle bir ütopyaların olduğunu biliyoruz. Muhtar devletin köydeki temsilcisidir. Onu ısrarla, özellikle söylüyorlar. Hem muhtar hem de Kur'an kursu hocası dediler. Kur'an Kursu ile hedefe koydukları şey dindi. Dinin kutsal kitabı Kur'an'dı. Üçüncü sıfat olarak da bunun aynı zamanda HÜDA PAR'lı olduğunu iddia ettiler ki bu iddia tamamen gerçekdışıdır. Yani muhtar ne Kur'an kursu hocasıdır ne de HÜDA PAR'lıdır. HÜDA PAR'lı olduğunu ileri sürerek de bu sefer de dindarı hedefe koydular. Bu da çok bilinçli, hesaplanmış ve belki bu propagandayı yapanların aklının yetmeyeceği bir şeytanlıkla, bir ustalıkla yapıldı fakat ellerinde patladı. Çünkü herkesin buna inanacağını hesap ettiler. Sonuçta döndü onları vurdu. Biz o zaman da parti olarak uyarmış, hakikatin eninde sonunda ortaya çıkacağını söylemiştik." diye konuştu.
"İslam'a olan düşmanlıklarından ve Müslüman'a olan kin ve öfkelerinden dolayı böyle bir yalan uydurdular"
Söz konusu çevrelerin İslam'a düşmanlıkları nedeniyle böyle bir propagandaya başvurduklarını kaydeden Yapıcıoğlu, "Bir kişi hem muhtar hem aynı zamanda Kur'an kursu hocası olamaz. Bir kişi hem Kur'an kursu hocası hem de aynı zamanda bir siyasi parti üyesi olamaz. Bir muhtar da bir siyasi partinin üyesi olamaz. Sonra bunu çevirdiler. Ellerinde patlayınca, acaba nasıl yapabiliriz? diyerek 'daha önce HÜDA PAR'ın ilçe başkanlığını yaptı' diye bir yalan uydurdular. Oysa bütün ilçe başkanları, herhangi bir partinin ilçe başkanı, ilçe başkanlığı görevini devraldıktan sonra mutlaka bunun ilgili idari makamlara isminin ve onunla ilgili diğer bütün bilgilerin, kimlik bilgilerinin, adres bilgilerinin, iletişim bilgilerinin idari makamlara verilmesi lazım. Böyle bir şey de yok. Bu da yalan ve açığa çıktı. Özetle İslam'a olan düşmanlıklarından ve Müslüman'a olan kin ve öfkelerinden dolayı böyle bir yalan uydurdular. Partimiz adına yapılan açıklamalardan birinde şöyle bir cümle vardı: Bu hakikat ortaya çıktığında kızaracak yüzleri olmadığı için bu yalanları atanların belki yüzleri kızarmayacak ama onların yüzü kapkara olacak. Allah yüzlerini kara eylesin." şeklinde konuştu.
HÜDA PAR'a yönelik yapılan saldırıların, Meclis gündemine getirdikleri Çifte Vatandaşlık Kanun Tasarısı ile ilgili olabileceğini söyleyen Yapıcıoğlu, "Bu konuda çok güçlü deliller de var. Biraz önce de söyledim. Gözaltına alınan amcanın HÜDA PAR üyesi olduğu, aynı zamanda Kur'an kursu hocası olduğu yönündeki haberler bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla 'haber israil' isminde Türkçe yayın yapan ama sürekli israil lehine, sürekli oradaki siyonistlerin lehine yayın yapan ve israil aleyhine söz söyleyenleri bir anlamda vazgeçirmek, caydırmak için onlara saldıran, onlara hakaretler eden ve onları toplum nezdinde itibarsızlaştırmak için bir çaba içerisinde olan bir site. İyi de bir takipçisi var. Şimdi orada büyük harflerle 'KIZIN AMCASI HEM MUHTAR HEM KUR'AN KURSU HOCASI HEM DE HÜDA PAR ÜYESİ... YAYIN YASAĞI BU YÜZDEN' diye büyük harflerle bir paylaşım yaptı. Bu gönderi, 'kes, kopyala, yapıştır' yöntemiyle pek çok hesap tarafından olduğu gibi kullanıldı. Bazıları da buna atıf yaparak benzer cümlelerle ama aynı kelimeleri ısrarla kullanarak, yani muhtar, Kur'an Kursu hocası, HÜDA PAR'lı ve yayın yasağı. Yani bununla da şunu ima etmeye çalıştılar. Yayını yasağı getirerek mahkeme aslında bir yönüyle sanki bunları koruyormuş gibi bir imaj oluşturmaya, böyle bir algı yaratmaya çalıştılar. Bu haberin çıkış kaynağının 'haber israil' isimli site olması delillerden bir tanesi.
Bir diğeri, bu konuda HÜDA PAR ile ilgili karalama çalışması yapan bu konuda yine Kur'an kursuyla ilgili bağlantılandırıp İslam aleyhinde, Müslümanlar aleyhine bir algı oluşturmaya çalışanların neredeyse tamamının ikinci bir özelliği daha var. Bir yıla yaklaşan bu soykırım esnasında Filistinli masum şehitlerle ilgili olumlu paylaşımları yok. israilin suçlarını örtbas edecek ya da onu aklayacak ya da onu haklıymış gibi gösterecek, doğrudan veya dolaylı bir şekilde israilin vahşetini, siyonizmin vahşetini savunan tipler. Bu da bize bir şey gösteriyor. Bu kişiler daha önce de o siyonist çevreler tarafından ya da soykırımcılar tarafından kullanılan tipler. Soykırımcılar tarafından kullanılan tipler bu sefer de HÜDA PAR'a saldırı noktasında bir asker gibi hazır kıta bekliyorlarmış. Oradan işaret fişeği gelince, oradan talimat gelince ya da oradan emir gelince, patronları onları sıkıştırınca küçüğüyle büyüyle bu koroya katıldılar. İbretle izliyoruz ama sadece biz değil kamuoyu da izliyor. Hem parti genel merkezlerinde hem parti sözcülerinden hem Kandil'deki terör baronlarından ya da sınır ötesi, Tel Aviv'deki ağa babalarıyla birlikte bu saldırının olması manidardır. Bu olayların birbirleriyle bağlantılı olduğunun da göstergeleridir." dedi.
İşgalcilerin korkusu neden?
Çifte Vatandaşlık Kanununun işgalcileri tedirgin ettiğini belirten Yapıcıoğlu, "Peki bu kanun niçin bu kadar tedirgin etti, bu kadar kızdırdı onları? Ya da bu kadar zıplattı onların buradaki askerlerini, buradaki emir erlerini. Eğer bu kanun geçerse bir kapı açılır. Hatırlayın, Uluslararası Adalet Divanı'nda ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaları için özellikle Güney Afrika Cumhuriyeti'nin harekete geçmesinden sonra pek çok ülke Filistin yanında, israilin aleyhinde davaya müdahillik talebinde bulundu. siyonistlerin soykırım suçundan yargılanmasını isteyenlerin sayısı arttı. Yine hatırlayın, daha önce bir Mavi Marmara hadisesi yaşanmıştı. Mavi Marmara ile ilgili İstanbul Adliyesi'nde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde o katliama sebebiyet veren bazı siyonist yetkililer hakkında bir dava açılmıştı. O dava da bir ilkti. Belki o güne kadar 'siyonistler ne yaparsa yapsın kimse onları yargılayamaz' şeklinde bir algı vardı. O algının yıkılması onların imajına da ciddi bir zarar vereceği düşüncesiyle Mavi Marmara davasının kapatılması için ellerinden gelen bütün çabayı sarf ettiler. Şu anda Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırım suçundan yargılanmalarının önüne geçebilmek için ya da oradan bir yakalama, sonuç itibariyle de bir mahkûmiyet kararı çıkmaması için ellerinden gelen bütün çabayı sarf ediyor. Nitekim o mahkemenin yetkililerinin, hâkimlerinin, savcılarının ne tür baskılar gördüğüne dair basına yansıyan açıklamaları, beyanatları da oldu. Bunları yaparlar. Suç işlemeyi kendilerine bir hak görüyorlar. Kendilerinin dışındaki hiçbir kimseye hayat hakkı tanımama gibi bir yaklaşımları da var. Sadece kendilerini insan kabul ederler. Kendilerinin dışındaki diğer bütün insanları kendi emirlerinde kullanılmak üzere yaratılmış başka bir mahlûk, başka bir sınıf mahlûklar, yaratıklar olarak görüyorlar. İşte bu gibi adımlar yani eğer siyonistlerin soykırım suçuna iştirak etmiş olan siyonistlerin başka bir ülkede kapısı açılırsa mesela Türkiye eğer bu konuda Meclis bir karar çıkarır, bu kanunlaşır ve bir de yargılamalar başlarsa bunun da başka ülkelere de sirayet etmesinden korkuyorlar. Nitekim katıldığımız uluslararası toplantıların birisinde ziyaretimize gelen bazı yabancılar, özellikle hukukçular bu konuyla ilgili bize şöyle bir talepte bulundular. Dediler ki, benzer bir kanun çalışmasını kendi ülkemizde de yapmak istiyoruz. Bu konuda yardımlaşalım diye teklifte bulunduk. İnşallah ben öyle inanıyorum ki bu dalga dalga yayılacak. siyonist vahşilerin, katillerin, soykırımcıların etrafındaki çember gittikçe daralacak. Yaptıklarının hesabı bir gün mutlaka sorulacak." diye konuştu.
"Hukukçular, 1980'li yıllardan itibaren bu anayasaya 'ama yasa' dediler"
12 Eylül Darbesi'nin üzerinden 44 yıl geçmesine rağmen Türkiye'nin hala o dönem yapılan anayasa ile yönetildiğini hatırlatan Yapıcıoğlu, "Bugün 12 Eylül ve 12 Eylül darbesinin üzerinden 44 yıl geçti. 1982 yılının Kasım ayında darbecilerin hazırlamış olduğu anayasa halk oylamasına sunuldu ve kanunlaştı. O gün bugündür Türkiye bu darbe anayasasıyla yönetiliyor. 12 Eylül Darbesi faşist bir darbedir. 12 Eylül Anayasası da özgürlükçü bir anayasa, hürriyetçi bir anayasa değildir. Faşist sistemin tahkim edilmesi için yapılmış bir darbedir. Onların tabiriyle anayasa millete bol geldi diye biraz daha onun hürriyetlerini kısan bir formda anayasa kaleme alındı. Bu nedenle hukukçuların 1980'li yıllardan itibaren bu anayasaya 'ama yasa' dedikleri de oldu. Yani özgürlükleri yazıyor, sıralıyor. Şunlar, şunlar serbesttir ama ya da fakat gibi bağlaçlarla ciddi sınırlamalar getiren bir anayasa. Hemen hemen bütün siyasi partiler, özellikle de 12 Eylül Darbesi'nin ve darbecilerin hükümlerinin ortadan kalktığı, daha doğrusu onların baskılarının hafiflemeye başladığı, yetkinin onların ellerinden çıkıp tekrar sivillerin eline geçtiği dönemden itibaren bütün siyasi partiler istisnasız bu anayasanın kötü bir anayasa olduğunu söylediler. Bu anayasa, sistemi tahkim eden bir anayasa. Mesela 12 Eylül Darbesi'nden sonra Türkiye'nin her tarafına bolca heykeller yapıldı. O dönem bir lise talebesi olarak şunu yaşadık. Liselerde Milli Güvenlik dersleri ve İnkılap Tarihi dersleri kondu. Bu dersler okulun bulunduğu çevrede görevli subaylar tarafından lise talebelerine anlatıldı. Özellikle Milli Güvenlik dersleri… Yani öğrencileri bir asker gibi yetiştirmeye çalıştıkları bir dönemdi. Bir yönüyle CHP bu anayasaya, 1961 Anayasası'na karşıt olarak yazılmış. Onlar, 1960 Darbesi'ni de bir devrim olarak nitelendirdi. Yaşı genç olanları hatırlamaz ama çok uzun süre 27 Mayıs 'Anayasa Bayramı' olarak kutlandı. Sanki darbe çok iyi bir şeymiş gibi." şeklinde konuştu.
"1921 Anayasası hariç Türkiye'deki tüm anayasalar darbe anayasasıdır"
Şu anda da bazı insanlar ‘yeni bir anayasanın yapılabilmesi için bir Kurucu Meclis'in olması gerekiyor. Şu andaki Meclis'in yeni bir anayasa yapamayacağını, ancak bu anayasanın üzerinde sınırlı bazı değişiklikler yapabileceğini’ ileri sürüyorlar. Koca koca hukukçular bunu söylüyorlar. Diyorlar ki; sıfırdan bir anayasa yapmak için bir Kurucu Meclis'in olması lazım. Yani özetle, 'bir darbe olmadan sıfırdan bir anayasa yazılamaz' demek istiyorlar. Türkiye'de bugüne kadar yazılan anayasaların tamamı darbe anayasalarıdır. 1921 Anayasası... onu dışarıda tutarsak onun dışındaki açık veya örtülü bir nevi darbe anayasalarıdır. Yeni bir anayasa yapılabilmesi için de Kurucu Meclis'in olması ya da devletin yıkılmış olması, yıkıcı bir savaştan sonra yeni bir devlet kurulması ya da bir darbenin yapılmış olması gerekiyor. Söylediklerinin Türkçesi bu. Darbe yapmak suç. Anayasada ön görülen hükümlerin dışında olacak bir şekilde değiştirmeye kalkmak en ağır cezayı gerektiren bir suç. Birileri, 'anayasanın şurasını, şu maddesini değiştirelim' dediğinde koca koca hukukçular çıkıp, 'siz anayasal suç işliyorsunuz' diyebiliyorlar ama anayasanın tamamen değiştirilebilmesi için bütün anayasanın çöpe atılmasını sonuç verecek bir darbenin yapılması ihtimalinde değiştirilebileceğini onlar da söyleyip alkış tutuyorlar. Çok yaman bir çelişki içerisindedirler ama ısrarla bunu gözlerden kaçırıyorlar." dedi.
"Yeni, sivil bir anayasaya ihtiyaç var"
Yapıcıoğlu, "Biz diyoruz ki, şu anda mevcut anayasanın üzerinde irili ufaklı 21 değişiklik yapıldı. Anayasanın 3'te 2'si değişti. Türkiye'nin ihtiyacı olan 22'nci bir değişikliği değildir. Türkiye'nin ihtiyacı yeni bir anayasadır. Yeni bir Anayasa da bembeyaz bir sayfaya yeniden yazılır. Kim yazacak bunu? Biz diyor ki, siviller yazsın. Anayasayı yazmak Meclis'in görevidir. Meclis'te bulunan bütün partiler, hatta Meclis'te temsilcisi bulunmayan siyasi partiler de anayasa ile ilgili düşüncelerini söylesinler. Mevcut partiler bir masanın etrafında bir araya gelsinler. Önümüze beyaz kâğıtları koyalım. Sıfırdan başlayalım. Bu devletin çatısı nasıl çatılacak? Hürriyetler nasıl muhafaza altına alınacak? Kurumların birbirleriyle ilişkisi ne olacak? Yetkililerin sınırı nerededir? Nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Bunları oturalım, birer birer tartışarak ilerleyelim. Bir bir anayasayı siviller olarak yazalım diyoruz. Bizim teklifimiz budur." diye konuştu.
"Gelin hep beraber milletin kültürüne uygun bir anayasa yazalım"
Bugünkü konjoktürde ve Meclis aritmetiğinde yeni bir anayasa yapmanın kolay olmadığını ancak imkânsız da olmadığını aktaran Yapıcıoğlu, "Biz bütün partilere daha önce çağrıda bulunduk. Dedik ki hepinizin bu anayasanın bir cunta anayasası, bir darbe anayasası olduğu yönünde beyanlarınız var. Türkiye'nin ihtiyacının yeni bir anayasa olduğuna dair söylemleriniz var. O zaman samimiyetinizi ortaya koyun. Sizin bu millete vermiş bir sözünüz vardır. Sözünüzü yerine getirin. Gelin hep beraber yeni, özgürlükçü, milletin inancıyla çatışmayan, milletin örfüne, tarihine, kültürüne uygun sivillerin yapmış olduğu özgürlükçü bir anayasayı birlikte yazalım. Bu millete olan borcumuzu ödeyelim diyoruz." şeklinde konuştu.
"Askeriyede hiyerarşik düzen bozulursa ortada ordu diye bir şey kalmaz"
Kısa süre önce teğmenlerin mezuniyet töreninde kılıç çekerek "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" demesi üzerine başlayan tartışmalar ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gerekli tahkikatın yapılacağına ilişkin açıklamasıyla ilgili de konuşan Yapıcıoğlu, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
"Özellikle askerlik yapanlar şunu bilir. Askerdeki en katı kurallardan bir tanesi oradaki hiyerarşik düzen ve emir komuta zinciridir. Eğer herhangi bir orduda emir komuta zinciri bozulursa ya da alttaki bir kişi daha üst rütbeli birisinin vermiş olduğu talimata ve emre uymasa Askeri Ceza Kanunu'nda bunların tarifi yapılmış. Askeriyede, emre itaatsizlik diye bir suç vardır. Eğer disiplin bozulur, ya da bu hiyerarşik düzen bozulursa artık ortada ordu diye bir şey kalmaz. Bu orduların tabiatında olan bir şeydir. Daha önce Türkiye, ordudaki çift başlılığı ve farklı yerlerden talimat almanın ne anlama geldiğini, yakın bir geçmişte 15 Temmuz'da net bir şekilde gördü. Ordunun içerisinde bir hiyerarşik düzen var ama o hiyerarşinin dışında hatta asker olmayan bazı kişilerden 'falanca yerin imamı, falanca yerin sorumlusu' diye başka bir düzen içerisinde ordu içerisinde olmayan ve orduya talimat verme yetkisi bulunmayan birilerinin emirlerine göre hareket ettiklerini gördük. Bu kişilerin orada da belli bir seviyeye, belli bir sayıya ulaştıktan sonra milletin parasıyla alınmış olan silahları millete yönelttiğini, namluları millete döndürdüğünü 250'den fazla insanı şehit ettiğini de millet gördü. Bu vesayet odağı, çift başlılık ya da emir veren kişinin zihniyetinin şu veya bu olması, şurada veya burada ikamet ediyor olması, bir şeyi değiştirmez. Herhangi bir asker o disiplin dışına çıkar, başka bir yerden talimat almaya hazır olduğunu ima bile ederse mutlaka bunun soruşturulması ve gereğinin yapılması gerekir. En hafif tabirle bu disiplinsizliktir."
"Askeriyede ciddi tedbirlerin alınması elzemdir"
Yapıcıoğlu son olarak, "En uç şey, başka bir yerden talimat alıyor olmalarıdır ki biraz önce söyledim. 15 Temmuz'da bunun en ağır şeyini ödedik. Aynı zamanda bugün 12 Eylül. Hatırlarsanız 12 Eylül'de darbe yapıldığında Amerikalılar ne demişti? O günün Amerikalı yetkililerinden birisi dönemin Amerikan Başkanına 'Bizim çocuklar başardı' demişti. Bu da gösteriyor ki Türkiye'deki darbelerin önemli bir kısmının aslında bir ucu dışarıya dayanıyor. İçerideymiş gibi görünse de ya da işte Kemalist ideolojiye yaslanıyormuş gibi gözükse de ya da başka bir ideolojiye yaslanıyormuş gibi gözükse de aslında her birisinin ucunun, ipinin dışarıda olduğu ve bu millete karşı yapıldığı bir hakikattir. Buna meydan vermemek adına eğer bir yerde bir tehlike büyükse ona orantılı bir şekilde tedbirlerin alınması gerekir. Böyle bir büyük tehlike doğurma potansiyeli var mıdır? Evet vardır. Öyleyse ciddi tedbirlerin alınması elzemdir." şeklinde konuştu. (İLKHA)