Bugün bağlanmaktan konuşacağız. Kime, ne kadar, nasıl bağlanıyoruz? Neden bazı insanlar giderken içimiz yanıyor, bazılarına ise “gittiğine sevindim” diyoruz? Bu yazıyı okurken belki kendi çocukluğunuzu, belki de bir ilişkinizin başındaki tedirginliği hatırlarsınız… 

Aslında bu sorulara cevaplar çok eskiden verilmiş. Bowlby ve sonra Ainsworth, “bağlanma kuramı” adı verilen o büyük pencereyi açmışlar. Ama ben bugün özellikle Ainsworth’un yaptığı Yabancı Ortam Deneyi üzerinden konuşmak istiyorum. Çünkü bence orada olanlar sadece bir deney değil… Hepimizin kalbinin bir yerinde yaşanmış ya da yaşanamamış şeyler. 

Şöyle bir ortam hayal edin: 1 yaşında bir bebek, annesiyle birlikte bir odaya giriyor. Odaya oyuncaklar konmuş, bir süre birlikte vakit geçiriyorlar. Sonra anne dışarı çıkıyor. Bebek yalnız kalıyor ya da bir yabancı geliyor. Ve sonra… anne geri dönüyor. Ainsworth tam da o anlara bakıyor. Çocuk nasıl tepki veriyor? Üzülüyor mu? Saklanıyor mu? Koşup sarılıyor mu? 

Bu basit gibi görünen deney, bağlanma stillerini ortaya koymuş.
Güvenli bağlanma: Bu çocuklar anneleri odadan çıktığında huzursuz olurlar ama anne döndüğünde kolayca sakinleşirler. Çünkü anne, genellikle duyarlı ve tutarlı bir bakım verir.

Bu bireyler ilişkilerde sağlıklıdır. Sevildiğini bilir, sevgi verirken kaygı duymaz.
“Annem gitti ama geri döndü. Ve ben güvendeyim.” 

Kaygılı bağlanma: Bu çocuklar aşırı tepki verir, anneye yapışırlar ama yatışmakta zorlanırlar. Çünkü bakım verenin tepkileri tutarsızdır – bazen ilgili, bazen duyarsız.
Sevgiye açtır, ama sürekli terk edilme korkusu yaşar. Sevdiğine yapışır, hatta çoğu zaman boğar.
“Anneme çok ihtiyacım var, ama her an gidebilir.” 

Kaçıngan bağlanma: Bu çocuklar anne gidince fazla tepki vermez, anne dönünce de ilgisiz görünürler. Bu genellikle, duygusal ihtiyaçları görmezden gelinen çocuklarda görülür.
Duygusal yakınlık tehdit gibi gelir. “Kimseye ihtiyacım yok” diyerek bağ kurmaktan kaçar.
“Gitse de kalsa da fark etmez. Zaten kendi kendime yetmeliyim.” 

Ve sonra bir de düzensiz bağlanma var. Bu daha çok travmatik bağlanmalar sonucu oluşuyor. Anne hem güven hem de korku kaynağıdır. Korku, kafa karışıklığı, tutarsızlık… 

Bunları ilk öğrendiğimde kafamın bir köşesinde hep şu vardı: “Ben acaba hangisiyim?”
Bir ilişkide biri bana mesafe koyduğunda neden aşırı düşünmeye başlıyorum? Ya da biri bana çok

yaklaştığında neden içimden uzaklaşmak geliyor?
Belki de küçükken öğrendim; sevilmenin, ilginin, kalmanın garantisi olmadığını. Ya da tam tersi, biri beni sarıldığında dünyanın en güvenli yerindeymiş gibi hissetmeyi… 

İnsanlar neden yakın ilişkilerde geri çekiliyor, neden hep aynı döngüler içinde kalıyor, neden bir türlü güvenemiyor – çoğu zaman cevabı çocuklukta, bakım verenle kurulan ilk ilişkide gizli. 

Bağlanma sadece bebeklikte yaşanan bir şey değil. Evet, o ilk yıllarda annemizle, bakım verenimizle kurduğumuz bağ çok temel. Ama sonra o izler, hayat boyu bizimle geliyor. Ergenlikte arkadaşlıklarda, yetişkinlikte sevgililerimizde, hatta patronla ilişkimizde bile… Bağlanma stilimiz orada, sessizce davranışlarımızı şekillendiriyor. 

Burada bakım verenin – ki bu çoğunlukla annedir – rolü çok kritik. Duyarlılık, tutarlılık, çocuğun sinyallerine uygun ve zamanında cevap verebilmek… Bunlar güvenli bağlanmanın temel taşları. Ve maalesef ülkemizde annelik hâlâ büyük ölçüde fedakârlıkla ölçülüyor, farkındalıkla değil. Anneler, çocuğun duygularını düzenlemeye yardımcı olan bir “yansıtıcı yüzey” olabilmeli. 

Bizim kültürel bağlamda bağlanma biraz daha karmaşık. Sevgi hep var gibi ama ifade edilme biçimi çok

değişken. Bir anne çok sever ama sarılmaz. Bir baba kızını çok özler ama aramaz. Ve biz de o boşluklarda, kendimizce anlamlar kurarız. 

Şunu söylemek istiyorum: Bağlanma stiliniz her ne olursa olsun, bu değişmez demek değil. Fark ettiğinizde, üzerinde çalıştığınızda, ilişki kurduğunuz biri size güven verdiğinde… evet, gerçekten dönüşebiliyor. Ve bu stilin sizi yönetmesine izin vermemeye başlıyorsunuz.
Ben kendi bağlanma stilimi henüz tam çözdüm diyemem ama fark etmeye başladım. Belki de psikoloji okumanın en güzel tarafı bu: İlk önce kendine bakmayı öğreniyorsun. 

Ben artık biriyle yakınlık kurduğumda, korku geldiğinde kendime şunu soruyorum:
“Bu korku gerçekten bugüne mi ait, yoksa geçmişten bir yankı mı?”
Ve o yankıyı fark etmek bile, bugünü farklı yaşamak için bir fırsat. 

Bu bölümü okurken kendi çocukluğunuza ya da eski bir ilişkinize gittiniz mi bilmiyorum. Ama eğer içinizde “benim bağlanma stilim ne acaba?” diye bir soru doğduysa, işte orada başlıyor gerçek keşif.
Unutmayın, bağ kurmak cesaret ister…



Deniz Üzüm

“BENİ TERK ETME” BAĞLANMANIN HİKAYESİ

“BENİ TERK ETME” BAĞLANMANIN HİKAYESİ

Tarih: 14.07.2025 21:10 Güncelleme: 14.07.2025 21:13