Ortadoğu kaynıyor. İran ve İsrail arasında yaşanan gerilim her geçen gün daha da sertleşiyor. Atılan füzeler, yapılan açıklamalar, gizli gündemler, hesaplar… Ama tüm bu kaosun ortasında içimizi kemiren, yüreğimizi titreten bir korku var: Mescid-i Aksa’ya bir şey olursa?
Düşüncesi bile insanın boğazını düğümlüyor.
Mescid-i Aksa, sadece bir yapı, bir tarih, bir taş yığını değil bizim için. O, ümmetin kalbidir. Peygamberimizin Mirac’a yükseldiği mekân, ilk kıblemiz, ortak hafızamızdır. Oraya dokunmak; sadece Filistinlilere değil, tüm İslam âlemine dokunmaktır. Bu yüzden endişemiz büyüktür.
İran’dan fırlatılan bir füze ya da İsrail’in kendi saldırısını bahane ederek Mescid-i Aksa’yı hedef alması ihtimali, bugün yaşanabilecek en büyük felaket olur.
Mesele siyaset üstüdür. Mescid-i Aksa, bir milletin değil, bir inancın namusudur. Oraya yapılan her saygısızlık, her saldırı, her gölge; bizim üzerimize çöker, bütün ümmetin omzuna basar. Dolayısıyla bu tehlikenin sadece Filistinlileri değil, hepimizi ilgilendirdiğini artık görmek zorundayız.
Bakın, her gün Mescid-i Aksa’da nöbet tutan gençler, kadınlar, yaşlılar var. Ayakkabısını çıkarıp taşların üzerinde sabahlayanlar, çocuklarını oraya bağlayanlar… Bizler uzaktan dua ediyoruz, ama onlar hayatlarını ortaya koyuyor. Peki biz ne yapıyoruz?
Sosyal medyada birkaç paylaşım mı?
Ara sıra bir gündem oluşturup sonra unutmak mı?
Hayır… Bu yeterli değil.
Biz artık şu soruyu sormalıyız: “Ya Aksa’ya gerçekten bir şey olursa?”
İşte o zaman ne İran ne İsrail ne de başka bir güç, ümmetin vicdanındaki yarayı kapatamaz. Bugün susmak, o gün için suç ortağı olmaktır.
Dua etmeliyiz ama sadece dua da yetmez.
Sesimizi yükseltmeli, Aksa’yı koruma bilincini yeni nesillere aktarmalı, mazlumların davasını unutturmamalıyız. Çünkü Aksa’nın düşmesi, sadece Kudüs’ün değil, ümmetin de diz çökmesidir.
Allah Mescid-i Aksa’yı korusun.
Füzelerden, ihanetlerden, gafletten…
Ve bizi, bu mukaddes emanetin vebalinden…