Stockholm Sendromu: İsmini 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından 6 gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya aşık olur. Serbest kaldığında soyguncuyu savunur, masum olduğunu iddia eder, lehinde şahitlik eder. O soyguncu için nişanlısı terk eder. Kendisini altı gün boyunca rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler. Şimdiye kadar anlattıklarımız adını çok sık duyduğumuz Stockholm Sendromunun özetidir. Peki biz bu sendromun neresindeyiz? Psikolojik ve sosyal hayatımızda bu tür sendromlar yaşıyor muyuz? Yaşıyorsak ,kurtuluş çareleri mi arıyoruz yoksa derdimize aşık mı oluyoruz? Herkes bu bakış açısıyla hayatına nazar ederse hayatımızın birçok alanında hem aşık olduğumuz hem de kurtulmaya çalıştığımız birçok sendromla iç içe olduğumuz görülecektir. Sosyal hayatta en çok görünen ve görünüşte en basiti olan sigaradan başlayalım: Sigara Sendromu... Sigara için o nişanlısını terk eden kadın misali, çok sevdiğimiz paramızı terk ediyoruz. Sonra da o çok sevdiğimiz sağlığımızı feda ediyoruz. Onu o kadar çok seviyoruz ki en sevdiğimiz insanların yanında bu çok sevdiğimiz sigarayı dudağımızdan düşürmüyoruz. Böylelikle hem onları hem de kendimizi zehirliyoruz. Allah aşkına hangimiz bir ilaç paketinin ya da bir gıda ambalajının üzerinde “zehirlidir!” yazısını gördükten sonra , o ilacı kullanır ya da o gıdayı yer. Elbette hiç birimiz... Hem yaşadığımız şehirde hem de ülkemizde açlık sınırının altında yaşayan aileler var. Bizler ; “İster fakir ol ister fukara! Yemekten sonra yak bir cigara! ”Derken...Maalesef o yemeği bulamayan fakir ve fukaralar var. Eğer biz ülke genelinde içtiğimiz bu sigara paralarını bir havuzda toplayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtsaydık ülkemizde fakir fukara kalır mıydı? O zaman gönül rahatlığıyla şunu diyecektik; ”Ne fakir var ne de fukara...” Bizim sigara için yaptığımız fedakarlığı Ferhat Şirin için Mecnun Leyla için yapmamıştır. Bu aşıkların hiç birisi bile bile ölüme gitmemiştir. Amaçsız sevmemiştir. Bile bile zehri içmemiştir. Hiç bir sevgili için milyonlarca aşık seve seve, ağır ağır anlamsız bir ölüme gitmemiştir. Hangi sevgili !; Sevgili Sigara(!) gibi aşığını soyup soğana çevirmiştir! Sadece ülkemizde her yıl on binlerce insan sevgili sigaradan dolayı ölmektedir. Yüz binlerce insan değerli aşkımız sigaradan dolayı çeşitli hastalıkların pençesinde acı çekiyor, can çekişiyor. Sevgili sigara her yıl yüzlerce belki de binlerce bebeğin sakat ya da özürlü doğmasına neden oluyor. Yani sigara içme özrümüz bu nazik ve nazenin bebeklerin bir ömür boyu özürlü yaşamasına neden oluyor. Bu nasıl bir sendrom! Bu ne biçim bir sevgili! Bu ne anlamsız bir tutku! Bu ne kadar da zevksiz bir zevk! Bazen okula giden o masum ,o melek yüzlü çocuğumuza iki lira harçlığı çok görürken gönül rahatlığıyla on lira parayı bir paket sigaraya vermek. Bir tarafta komşumuz, akrabamız, hemşerimiz, din kardeşimiz... Maddi sıkıntı yaşarken, bebeğine bir paket süt alamazken, bizim hem onların o maddi sıkıntılarını bir nebze giderecek hem de bir paket değil birçok paket süt alacak parayı sigara paketlerine vermemiz. Onlar yoklukla, yoksullukla kıvranırken, bizim sigara zehriyle kıvrana kıvrana ölmemiz. Bu nasıl bir mantık! Bu ne anlamsız bir ölüm! Doğrusu bilemiyorum. Bu senaryoyu Stockholm Sendromuna uyguladığımızda hangi rol bizim! Biz banka soyguncusu muyuz yoksa önce zorunlu sonra da gönüllü rehine olan kadın mı? Yoksa!... Yoksa!...Her iki rol de bizim mi? Evet her iki rol de bizim. Sigaraya verdiğimiz paralarla anlamsız ve amaçsız bir şekilde bize özel bankamız olan cebimizi boşaltıyoruz. O banka soyguncusundan çok daha tehlikeli ve sonuçta bizi mutlaka öldürecek olan yaşadığımız hayatı da ondan kaynaklanan sağlık problemleriyle yaşanmaz hale getiren sigaraya aşığız ve adeta içmeye, kendimizi zehirlemeye gönüllü mahkumuz. O kadın gibi beklemeye de gerek yok. Çünkü sevgili sigara paketini kalbimizin üstündeki gömleğin cebinde taşır, kendisini de dudağımızdan eksik etmeyiz. Kalbimiz onunla çarparken dudağımız hep onu söyler ,onu içine çeker. Hava gibi! Bu nasıl bir sevgi! Bu nasıl bir sevgili! Mecnun’un, Ferhat’ın, Kerem’in, hatta Mevlana’nın kulakları çınlasın! Sevgili tek ve onun için sağlığını, malını, hayatını kaybeden milyarlarca derbeder! Sizlerle ibretlik bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. İstanbul’da Keçecizade Hayrettin adında orta halli bir esnaf canı ne çekse ,nefsi ne istese “Sanki yedim!” deyip ve gerçekte yemiş gibi o paraları biriktiriyor. Belli bir zaman sonra o paralarla güzel bir mescit yapıyor. İsmini de “SANKİ YEDİM MESCİDİ “koyuyor. Bu mescit İstanbul’un Fatih İlçesinin Zeyrek Mahallesinde bulunmaktadır. Arzu edenler ziyaret edebilir. Biz de içtiğimiz sigara paralarını “Sanki içtim!” deyip biriktirseydik acaba neler olurdu? Bunu sizin hayallerinize havale ediyorum. Bediüzzaman’ın manidar bir sözünü burada ifade etmek istiyorum: ”Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!” Biz bu makalemizde sigara sendromunu kısmen anlatmaya çalıştık. Sosyal hayatta sigara gibi birçok sendrom var. Bunlardan bir kaçı; kumar sendromu, futbol sendromu, dizi sendromu, internet sendromu, içki sendromu vs. UNUTMAYIN ! Alışkanlık ve aşk iradeyi emer. Eğer bu olumlu yönde ise saadettir, aksi halde felakettir.


Zekeriya KAYA

STOCKHOLM SENDROMU VE SİGARA !...

STOCKHOLM SENDROMU VE SİGARA !...

Tarih: 23.04.2022 17:45